Yazının başlığı sizleri yanıltmasın. Kapanmak kelimesini kadınlarımızın ve kızlarımızın örtünmesi anlamı için kullanmıyoruz. O iş zaten almış başını gidiyor. Nerede duracağı da belli değil. Anlatmak istediğimiz, Türkiye’de ne zaman daha fazla demokrasiden, daha fazla insan hakları ve özgürlükten bahsedilse, baskı ve adaletsizlik daha çok artıyor. Bir açılım modasıdır almış başını gidiyor. Kime sorsak, herkesin kafası karışık. Siyasetçilerin boş söylemlerinden halk zaten bıkmış. Siyasetçiye ve siyaset kurumuna olan güven unsuru alt sıralardan bir türlü kurtulamıyor. Sorunlarımızın çözüm noktasının Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu düşündüğümüz zaman da, büyük bir paradoks yaşadığımızı görüyoruz.
Sorunlarımızın kaynağına inerek çözüm yolları bulamadığımız takdirde, daha büyük sorunlarla karşılaşacağımız gerçeği inkar edilemez. O kadar çok problem var ki, hangisinden başlamamız gerektiğine bir türlü karar veremiyoruz ya da karar vermek işimize gelmiyor. Madem ki, parlamento en büyük güç, öyleyse işe siyasi partiler yasası, seçim yasası ve milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılması ile başlamalıyız. Önce şu gerçeği hep birlikte kabul edelim. Her ne kadar milletvekillerini halk seçiyor gibi görünse de, yapılan iş sadece Genel Başkanlar tarafından belirlenen milletvekili adaylarının zorunlu olarak onaylanmasından başka bir iş değil. Peki, halk bu işin neresinde diye soracak olursanız, halk bu işin sadece hazineden nasıl beslenebilirim veya beslenmem nasıl devam eder kısmı ile ilgili olabilir. Elli milyona yakın seçmen bulunan bir ülkede sadece bunun onda biri kadar vergi mükellefi bulunuyorsa, bundan daha fazlasını beklemek haksızlık olur. “Vergini ve cezanı zamanında ödeme, nasıl olsa Maliye affeder “ sözü, atasözlerimiz arasına çoktan beri girmiş durumda.
Genel Başkanları tarafından atanan milletvekilleri de doğal olarak sadece Genel Başkanlarına hesap verme anlayışı içine giriyorlar. Parti örgütleri ve partililerle bir ilişkileri kalmıyor. Elbette, bu sözlerimiz tüm milletvekillerini kapsamıyor. Milletvekilliğinin hakkını verenleri ayrı tutuyoruz. Yapılması gereken ilk işlerden birisi Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirerek, milletvekillerinin ve yerel yönetimlerdeki diğer adayların genel merkez tarafından belirlenmesine sınırlama getirmektir. İkinci olarak da, seçim barajı makul bir düzeye çekilmeli ve seçimlerde siyasi partilerin ittifak yapmalarına olanak sağlanmalıdır. Bunlarla birlikte milletvekili dokunulmazlıkları sınırlandırılmalıdır. Bu koşullarda oluşmayan bir parlamentodan, demokratik hakların tüm kurum ve kuralları ile uygulanmasını, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesini ve hukukun üstünlüğünü beklemek hayalden öteye geçemez.
Devlet halk için, halkın güvenliği ve refahı için vardır. Devlet organlarının gücünü kendi siyasi ve ekonomik çıkarları için tehdit ve şantaj aracı olarak kullanmaya çalışmak topluma yapılacak en büyük kötülüktür. Türkiye halkı çok kolay bir şekilde yönlendirilmekte ve kandırılabilmektedir. Belki de bize öyle geliyor. Çıkar ilişkileri için öyle görünüyor da olabilirler. Bizler, demokratik açılım, alevi açılımı, kürt açılımı, sanatçı açılımı, ekonomik açılım veya Anayasa açılımı dedikçe işler daha çok karışıyor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Her zaman olduğu gibi yine işin esasını kaçırıyoruz. İnsan haklarına saygı olmadan, düşünce ve ifade özgürlüğü gerçek anlamında ortaya konulmadan, gelir dağılımında adaletsizlik düzeltilmeden ve yargı, siyasetin etkisinden arındırılmadan boşuna kürek çektiğimizi ne zaman anlayacağız.