Çok güzel bir ataözü olan “Kediye Ciğer Emanet Edilmez” sözü, “kendisine güvenilmeyecek birine bir şey bırakmak, emanet etmek doğru değildir. Yoksa, o şey ya zarar görür ya da yok olur” anlamında kullanılmaktadır. Peki, insanlar niye kendisine güvenilmeyecek birine, zarar görmesini istemedikleri bir şeyi zarar göreceğini bile bile neden emanet ederler. Bu sorunun tam anlamıyla yanıtını vermek gerçekten çok güçtür. Ancak, genel olarak şunları söyleyebiliriz: Unutulmaması gerekir ki, insanlar her zaman iyi olanı ya da iyi buldukları şeyi severler ve örnek alırlar. Yanıldıkları yer, neyin iyi olduğunun değerlendirilmesindedir. Yapıcı ve dürüst değerlendirme yapılabilmesine olanak tanıyan bir ortamın yaratılması önem kazanmaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisi Eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın şöyle bir sözü olmuştu: “Kediye ciğer emanet ederim ama, laikliği Başbakan’a emanet etmem.” Dikkat ederseniz sonuçta yine insanlar güvenmedikleri birilerine bir şeyleri emanet etmek durumunda kalıyorlar. Şimdi biraz fikir jimnastiği yaparak konuyu açıklamaya çalışalım. Varsayalım ki, bir meslek odasının yönetimi, muhasebe hilesi yapanlar, yanıltıcı belge kullananlar, odanın kaynaklarını kendi yandaşları için tüketenler, disiplin uygulamalarını keyfi ve çıkar ilişkileri içinde yürütenler tarafından bir şekilde ele geçirilmiş olsun. Onları bu göreve getiren kişiler, bu insanların bu nitelikte olduklarını bilse, elbette, önemli bir kısmı kendilerine göre bazı tedbirler alma çabası içine girecektir. Bu örneği, siyasi partiler, dernekler ve sendikalar için de verebiliriz.
Meslek odalarının yönetiminde yasalara uyum, tarafsızlık ve çıkar çatışmasından kaçınma ilkeleri en önemli meslek ahlak kuralları olmasına rağmen, bu özellikleri taşımayan ve uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerden kurtulmak da pek kolay olmuyor. Çünkü, kamu kurumu niteliğindeki meslek odalarına üye olmadan serbest meslek faaliyetinde bulunulamayacağı için, yönetimlerin gücünden çekiniliyor, görmemezlikten ve duymamazlıktan geliniyor. Tabii bu arada, ilgili meslek kuruluşuna olan güven azalıyor ve kamuoyunda bir yıpranma süreci başlıyor. Yönetim kurulu başkanlığı ve üyeliğini meslek edinen ve yaşam biçimi haline getiren kişiler de eski alışkanlıklarını sürdürmekte hiçbir sakınca görmüyorlar.
Hukuk sistemindeki dejenerasyonla birlikte yasaların işletilemez hale gelmesi, denetim mekanizmalarının sadece kağıt üzerinde kalması, şeffaflık ve hesap verme sorumluluğu bilincinin tamamen yok sayılması, alan razı satan razı anlayışına dayalı popülist uygulamaların gerçekçi yaklaşımların yerini alması ve çalıyor ama iş yapıyor gibi sapkın bir düşüncenin insanların bilinçaltına yerleştirilmesi çabaları, erozyonun hızını artırmaya devam ediyor.
Toplumsal düşünceden çok bireysel ve çıkarcı düşüncelerin ön planda olduğu ortamlar, bu boşluktan çok iyi yararlanmayı bilen KEDİLERİN iştahını kabartıyor. Bir türlü doymak bilmiyorlar.
Her insan, zihnini işgal etmesine izin verdiği egemen düşünce yüzünden şu anda olduğu insandır. Hayat, her durumda seçimlerden ibaret değil midir? Her şey, kendi seçimimize bağlıdır. İnsanın bilerek ve isteyerek zihnine yerleştirdiği ve teşvik ettiği düşünce ve davranışlar, kişinin her hareketini ve davranışını kontrol eden ateşleyici gücü oluşturmaktadır. Bu nedenle olumlu duyguları zihnimizin hakim gücü olarak destekleyip geliştirmek, olumsuz duyguları ise zayıflatarak bertaraf etmek, ortadan kaldırmak çok önemlidir. Kişinin kendi kendine tekrar ettiği şeye, doğru olsun ya da olmasın, en sonunda inandığı bilinen bir gerçektir. Eğer bir insan bir yalanı durmadan tekrar ederse sonunda yalanın gerçek olduğunu kabul edecektir. Üstelik bunun doğru olduğuna inanacaktır.