12 Mart Muhtırası’na, 12 Eylül Darbesi’ne, 28 Şubat Balans Ayarı’na ve 27 Nisan Bildirisi’ne karşı olan birisi olarak, bugün içinde bulunduğumuz durumu anlamakta güçlük çekmiyorum. Görünen tablo bana şu değerlendirmeyi yaptırıyor: Başta, Başbakan Erdoğan olmak üzere siyasal iktidar da gelişmeleri geriden takip ediyor. İplerin kendi elinde olduğunu gösterebilmek için bazı manevralara girişiyor. Yaptıkları tek şey, her olayı iç siyasete malzeme olarak kullanmak. Bu konuda da zaman zaman başarılı oluyorlar.
Derdimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığı olduğu için, daha dikkatli davranmak, daha objektif düşünmek ve değerlendirmeleri doğru yapmak zorundayız. Peşinen kabul etmemiz gereken olgu, Türkiye’yi yönetenlerin, düşünce ve davranışlarında ülke çıkarlarını düşünen ve ülkesinin geleceği için çalışan kişiler olduğuna inanmaktır. Bu anlayışla yola çıkmadığımız zaman, işin içinden çıkamayız. Sorun, neyin yanlış neyin doğru olduğu konusunda emin olabilmektir.
O zaman, şu soru rahatlıkla sorulabilir: "Peki, Türkiye bu sıkıntıları neden yaşıyor? Sanki, görünmez bir el Türkiye’yi mi yönetiyor. Yıkım ekibi gibi çalışanlar kimlerdir?"
Görünmez el diye bir şey yok. Atlantik ötesinden ulaşan, kirli, kanlı ve avuçiçi para dolu el, tüm dünyanın olduğu gibi Türkiye’nin de boğazını sıkmaya devam ediyor. Nefessiz kalan kişiler de, aman dileyerek, kurulu düzenlerinin devam etmesini istiyorlar.
Türkiye’de yaşanan son gelişmeler açık bir şekilde bizlere şu mesajı veriyor. Yıkım ekibi tüm gücüyle çalışıyor, ancak, bu yıkıma engel olması gerekenler de, enkazın altında kendilerinin de kalacağını hesap etmeden, kısır çekişmelerle zamanı boşa harcıyorlar. Halbuki, "Başka Türkiye yok." Misak-ı Milli sınırları içinde hep birlikte yaşamak zorundayız.
Türkiye’nin dini değerleriyle, ahlak anlayışı ve laik üniter devlet yapısı ile oynamaya çalışanlar, şunu çok iyi bilmelidirler ki, Türk Toplumu sabırlıdır, anlayışlıdır ve adildir. Ancak, sabrının taşması durumunda vereceği tepkinin şiddeti çok büyük olabilir.
Türk Milleti asker bir Millettir. Ordusunu canı kadar sever. Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün niteliklerine sahiptir ve çoğulcu demokrasiye inanır. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde oynanan oyunların farkındadır ve yıkım ekiplerine taşeronluk yapmakta olanları çok iyi bilmektedir. Dış güçlerin kuşatması altına giren siyasal iktidarın, iktidarda kalabilmek için ortaya koyduğu teslimiyetçi politikalardan son derece rahatsızdır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ın işgali sırasında ve daha sonrasında, yüzbinlerce müslümanı katlettiğinde sus pus olanların, Gazze’de yaşananlara koydukları tepkinin tribünlere oynamaktan başka bir şey olmadığı ortada iken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesindeki değişikliği bilek güreşi konumuna getirmenin yıkım ekiplerinin gücünü ve etkisini artırmaktan başka bir işe yaramadığını anlamamak için kör ve sağır olmak gerekiyor.
Çoğulcu demokratik yapıyı ve güçler ayrılığı ilkesini, sivil otoritenin güçlendirilmesi adı altında sivil diktaya dönüştürme çabaları çok tehlikeli bir yoldur. Dünya siyasi tarihinde bunun çok çarpıcı örnekleri vardır ve sonu her zaman hüsranla sonuçlanmıştır. Bu şekilde davranan iktidarların, kendilerini en güçlü gördükleri zamanlarda bile tepetaklak gittikleri çok görülmüştür.
İktidarı ile, muhalefeti ile, silahlı kuvvetleri ve sivil örgütleri ile, iş adamları, üniversiteler ve medyası ile hepimiz aklımızı başımıza alıp sağduyu ile düşünmek ve hareket etmek zorundayız. Bu gidişin sonu iyi görünmüyor. Cumhuriyet değerleri ve Silahlı Kuvvetleri ile çatışma içine girmiş bir iktidar görüntüsü, yıkım ekiplerinden başka kimsenin işine yaramaz ve onların işlerini kolaylaştırır.
Siyasal iktidarın, sadece iktidarda biraz daha kalabilme hırsı ve ihtirası ile Türkiye’ye zarar verme hakkı yoktur. İktidarlar gelip geçicidir. Önemli olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütünlüğü, kardeşliği, refahı ve sözü dinlenen, saygın ve güçlü bir Devlet olmasıdır.